Çarşamba, Mart 24, 2010

alice'in küçük öyküsüne ek: kravat*


kravat, ölümcül bir süreçtir: ne kadar klişe bir imge, kravatın yaşamdan firar edenlerin kullandığı kalın sicimleri hatırlatması-klişeyse, doğruluk payı çok fazladır.fi tarihinde, yani filattan önce, benim beyaz atlı bir prensesim vardı- herkesin bir zamanlar olduğu gibi. hepiniz yaşamışsınızdır, aşık olmanın, canki olmaktan farklı olmadığı zamanları;işte öyle zamanlardı.asla kravat takacağımı düşünemezdim, hep sahilde deniz kabuğu toplamak, yazı yazmak, görüntüleri kurgulamak ve günün birinde çocuğumu kucağıma alma hayalini kurmak yeteri kadar mutlu ediyordu beni. sonra, bir sürü şey oldu, bilirsiniz: hayallerin yıkılışı, duygusal özürlülüğün devreye girişi,ölümler, yolculuklar, özellikle sırtlara saplı durduğunda daha da cerzebeli görünen hançerler, vs.:ve ve saire.o zaman, intihar iyidir, demiştim: bildiğim en soysuz intihar biçimini seçmiştim; kravatı- her anlamda...
şimdi okuldan kaçmaya karar verdim yine, yıllar ve yıllar önce yaptığım gibi. bütün kravatlarımı ceketlerimin ceplerine tıkıştırıp, orada olduklarını unutacağım. ipek de olsa zihnime dolanan bir ipten kurtulacağım.
ben, artık, hayal kuracağım...

*http://alicevekurtlari.blogspot.com/2010/03/yakisik.html deki yazıyı tamamlayan bir metni, uzun zaman önce yazmışım meğer:ya da o, benimkini tamamlamış...

Pazartesi, Mart 22, 2010

anımsamalar: masal anlatıcıları


girdiğim mezarlığı kateden o uzun yolda yürürken, küçük bir tabela ilişti gözüme: "h.c. andersen". okun işaret ettiği bakımlı patikadan biraz ilerlediğimde, iddiasız ama yine de ayrıksı bir mezar taşı karşıladı beni. hemen karşısındaki banka oturdum, eski bir dostun evindeki bergere oturur gibi... gibisi fazla aslında: bir zamanlar çocuk olduğunu hatırlayanların hemen hepsinin eski dostuydu andersen. onun masalları, taze gri hücrelerime o kadar kuvvetli nüfuz etmiş ki; hiç aklımdan çıkmadılar. belki de, şimdinin izlerini o günlerde aramak gerekiyor: ne kurşun asker, ne de küçük kibritçi kız muratlarına eremediler. masalların mutlu sonla bitmeyebileceğini ve çok hüzünlü masallar olabileceğini andersen'den öğrendiğimi farkettim orada otururken. okumayı yeni yeni söktüğüm zamanlarda, küçük kibritçi kız için döktüğüm göz yaşlarını anımsadım. küçük kibritçi kız gibi ruhumun üşüdüğünü bir de...


sonra, eski dostumla konuşmaya başladım. ( evvel ) zaman içinde benim de bir masal anlatıcısı olduğumu; kendime cümleler ve hislerle dünyalar kurduğumu anlattım andersen'e. kendime masal anlattığımı...anlattığım masallara inandığımı...masallar yaşadığımı anlattım ve bir zamanlar aynı masallara inandığımız, aynı masalda yaşadığımız birilerinin varlığını...


iki masal anlatıcısı, karşılıklı oturup sessizce bir soruyu paylaştık: "neden masallara inanmıyor artık insanlar?". sonra, açan güneşin ışıldattığı kuzey göğünün altında kibarca ama sevgiyle vedalaştık. olması gerektiği gibi...


şimdi, birisi sorsa nasıl bir hayatım olduğunu, "masal gibi" diyeceğim...


bir andersen masalı gibi...

Perşembe, Mart 18, 2010

"who the fuck is alice?"


son zamanlarda kalbime en değen cümleler, onun cümleleri: defalarca okuyorum. -bana göre- küçücük başyapıtlar yazıyor; toplamda çok az yazısı var oysa. "hap kadar öyküler" diye bir toplama soyundum; kısacık metinlerle anlatmak istiyordum anlatacaklarımı. oysa o, bir "nano öykücü" neredeyse. bir kaç cümleye hikaye sığdırma becerisi inanılmaz -yine bence-. öyle ki, kendi hikayelerinden başkasını filme çekmemiş/çekmeyi düşünmeyecek ben; kafamda onun hikayelerini görselleştiriyorum.
adı alice; ama gerçekte kim olduğunu bilmiyorum: bloglarda gezinirken yollarımız kesişmiş.bazen, okumalardan sonra soruyorum: "who the fuck is alice?"*
alice:kalbime ( ve aklıma ) değen cümlelerin yazarı...
*alice'in blogunun başlığı

GEZGİN
Kapı çalınmıştı, açtığımda sırt çantasıyla karşımdaydı. Bir süre durdu. Tam içeri adım atacakken, bir göz gezdirdi ve geriledi. "Yok yok, ben vazgeçtim, devam edeceğim." dedi. Saçlarımdan öpüp uzaklaştı.
Dün yine mektubunu aldım, yine cevap yazamayacağım. Adresini belirtmemiş, belki de yok. "Bal rengi saçlarından öpebilirim" diye bitirmiş. Halbuki artık beyaz saçlarımdan öpebilir.

http://alicevekurtlari.blogspot.com/

Pazartesi, Mart 15, 2010

pisikopatinin mimi ya da 7 tuhaf şey...

pisikopati sağolsun çok "kazık" bir mim yollamış: bilenler bilir, blogger olmanın “teamüllerinden” biri de bu mimlere uymaktır. buna göre “kendimle alakalı 7 ilginç şey” yazmak zorundayım. bir açıdan bakarsanız, yetmiş tane de yazabilirim; bir açıdan bakarsanız bana ilginç gelen şey size ilginç gelmeyebilir.ayrıca "ilginç" benim için çoğu zaman "tuhaf" anlamına geldiği için, bu listeye "taylan'ın tuhaflıkları" da diyebiliriz bir bakıma...
işte bu da benim mimim...

1- nesnelerle ya da parayla ilişkim çok kuvvetli değildir.bir konu dışında:kitaplarım…kimseye kitap vermemeye çalışırım, eğer kıramayacağım biriyse, kitabı verir, unutur ve hemen yenisini alıp kütüphaneme koyarım.

2- kulakla oynarım.bu,çoğu insana bayağı garip gelen bir huyum farkındayım.o yüzden çok yakınım insanlar dışında kendimi bu konuda engelliyorum. ayrıca oynanacak kulağın da kriterlere uygun olması gerekiyor:soğuk olması şart mesela.işin ilginci, bu genetik bir durum…dedem, dayım ve en küçük kuzenim de kulakperver kimseler…

3- yatak odamda çok çok nadir uyurum, genellikle salonda kıvrılıp kalmayı tercih ederim.

4- pisikopati gibi ben de solak olmayı –nedense- bir ayrıcalık olarak görürüm.kendimden alıntı:
” solağım ben: Yüreğimin yanında aklım… siyaseten ve aklen bedelini dönmenin soluna, öderim elbet; umurumda değil, zaten sabahları da solumdan kalkarım ben. ters köşeye yatmaz ama yüreciğim – sırf siz kendi helal tarafınızı işaret ettiniz diye…”
sizin haramız helaldir bana. sizin günahınız en yüce sevap…
ben soldayım- yüreğimin yanındayım.”


5- kendime dair geleneklerim/ritüellerim vardır ve bunlar bazen alçakgönüllü bir folklöre kadar varabilirler.yurt dışında bir yere gittiğimde mutlaka ece ve gülben’e el yazımla kart atmak ya da tanya’yla deli dansı yapmak bunlardan bazıları…

6- haklı olduğuma inandığım konularda her şeyi yapabilirim.üniversitede haksız yere sınıfta bırakılmaya çalışıldığımda, bir bidon benzin ve çakmakla okula gidip, kendimi –ve okulu- yakmakla tehdit etmiş….ve sınıfı geçmiştim.

7- bunca şeyden sonra bile, hala “aşk” a inanırım…

Pazartesi, Mart 08, 2010

anımsamalar: basılmayacak bir aşk roman(s)ından otobiyografik parçalar

...."kadınlarla olan ilişkim gerçekten de tuhaftı: sürekli etrafımı onlarla çevirmeyi beceriyor ama onlardan bir biçimde uzak duruyordum. çok istesem bile bana ulaşamıyorlardı. başlangıçta bunu gizli bir utangaçlık sanmıştım ama aslında değildi: içmeden - çoğu zaman çok içmeden - karşımdaki kadınları güzel, zeki ya da çekici bul(a)mama gibi bir sorunum vardı. belirli bir seviyeye kadar hoşlanabiliyordum elbette. zaman içinde bu hoşlanmaları aşka dönüştürmeyi becerecek kadar hayal gücü gelişmiş ve aşk budalası bir adamdım...aslında buradaki "aşk budalası" tanımlaması bile kendime gereksiz paye vermek olur. Çünkü, bu aşk budalalığı, yoğunalkolyoğunduygusallık etkisiyle ve genellikle ..m budalalığıyla sonuçlanır; terli uyanılmış sabahlarda yanımdakiler sanki "anlat bakalım, nasıl düştün bu yola" der gibi bakarlardı...

paraya değil, biraz duygu kırıntısına kendini satan orospulara verilen özel bir ad var mı, bilmiyorum..." .....




....."ben işleri karmaşıklaştırmayı hep sevmişimdir.yani, bana bir şeyi basitçe anlat derseniz, anlatamam. konuşmamın ya da yazdığım yazının içinde bitmez tükenmez parantezler açar; bir tür göndermeler imparatorluğu kurar; lafı şatttülarap'tan dolaştırır öyle getiririm. bu gerek yazılı gerek sözlü metinler için kabul edilebilir hatta hoş bir şeydir ki- ben de bunu savunurum.

ama işin acıklı yanı, hayatımı da böyle yaşamamdı...".....

Perşembe, Mart 04, 2010

anımsamalar:protez


ikame kültürüne bayılıyorum: onun yerine, bunu verelim; kalbiniz rahatsız mı etti, protezini yapalım...
antitezleri olmayan kavramları kabul edemediğimiz için protezlerini yapıyoruz. manevi plastikten putlar yapıp, onlara tapıyoruz... giderek biyonikleşiyor hissiyatımız. giderek daha dirençli, daha kurşun işlemez oluyor kalplerimiz. kendimizi böyle güçlü zannediyoruz.
"politically correct"iz: sakat insanlara acıyan gözlerle bakmamamız gerektiğini bilecek kadar medeni; ama yüreklerindeki sakatlığı protezle değiştirmeyen insanları anlayamayacak kadar vahşiyiz. sakatlanmış tüm o yüreklerin, tarihin unuttuğu bir müzede saklanması gerektiğini düşünüyoruz.

protezlerimizi,ah, ne de çok seviyoruz...



*fotoğraf, aarhus modern sanatlar müzesi'nde çekildi.

Salı, Mart 02, 2010

nanik

hidayete ermiş miydin yani böyle olunca: boyun uzamış; heyecandan ritmi şaşıran şişman davulcunun da yer aldığı bandonun gürültüleri ve şaşaalı bir devlet töreni eşliğinde gelen resmi heyet, havai fişekler patlarken madalya mı takmıştı sana? kırmızı, parlak, rugan ayakkabılarıyla, bayram günü ip atlayan, saçları iki yandan toplanmış ekose etekli kızların edasıyla, dudaklarını iyice yuvarlak yapıp “oooh” çekmiş miydin; ellerini açıp, sesle senkron göğsünden aşağı indirerek? şampiyonlar ligi kupası’nı vermişlerdi sana, toplumun sevgilisi yapıp, rating rekorları mı kırdırtmışlardı? tüm akademik ünvanlar, YÖK’ü bile kıskandıran bir kolaylıkla mı verilmişti, çift fırfırlı keplerin kol gezdiği amfiden bozma bir toplantı salonunda? bensiz kalma başarısı kutlanmış mıydı yurdun dört bir yanında, dış temsilciliklerde ve yavru vatan kıbrıs’ta?...
bana nanik yapsana...

İzleyiciler

Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
"verba volant, scripta manent..."