Salı, Ocak 26, 2010

anestezi


aslına bakılırsa, hayat bir takım oyunu değildir: ferdi yarışırsınız...
benim,bunu anlamam uzun zaman aldı: sanırım, ben zeki bir insan olduğumu düşünsem de; bende bir zeka pıhtılaşması sorunu varmış- sonuçta, çok zeki bir aptalmışım.

iki hafta sonra, -ölüm(ler)den sonra - en büyük korkumla; bu geç kalmış farkındalık sayesinde yüzleşmeye karar verdim sanırım.bir de galiba, artık nefes alamamam da etkili oldu bunda: hem sözlük anlamıyla hem de kalbimin tercümesiyle. yeniden ve sağlıklı başlamak için, ruhuma da bir operasyon yapar gibi.vücüdumdan gereksiz bir et parçasını aldıklarında, ruhumun üstündeki kirleri de kazıyacaklarmış gibi.bütün o ameliyat gereçleri, serumlar ve üzerime eğilmiş doktorların suretleri; geleceğimle beraber, tarihimi de temize çekecekmiş gibi..
.
eni konu basit bir operasyon geçireceğim aslında. burnumdaki deviasyonu alacaklar, bir de küçük dilimi biraz törpüleyecekler.dilimin uzun olduğunu bilirdim de, hadisenin küçük dilime kadar sirayet ettiğini doktorumdan öğrendim.küçük ya da büyük farketmez;dilimin cezalandırılacağı duygusunu hep yaşamışımdır zaten.

beni korkutan ameliyatın kendisi değil, anestezi ama... yıllar öncesinden kalan kötü bir hatıranın; önemsiz bir ameliyat öncesi uyutulup, bir daha uyandırılamayan bir tanıdığın hikayesinin de etkisi var bunda, biliyorum.uyandığımda bilinçaltımın taşmış, steril tutulan odaya yayılmış olabileceği olasılığının da beni ürküttüğünü biliyorum.ama beni asıl ürküten o hiçlik, o en yalnız olma hali:
minicik öleceğim o anda...
yine de, yeniden düşündüğümde; korkmama gerek yok aslında: daha önce zaten parça parça ölmedim/öldürülmedim mi?
daha önce hiç mi intihar etmediler beni?..

Salı, Ocak 19, 2010

anımsamalar: hrant için...


alman liseli yahudi

çok yahudiyim ben bu gece, üstelik alman lisesinde okuyorum ve henüz yeni terliyor bıyıklarımla beraber kalbim... çok zenciyim missouri'de ve çok türküm almanya'da. ku-klux-klan'dan kimse dayanamayıp gizlice sevmiş midir bir zenci bebeği, bir yeşil parkalı elindeki "das kapital"i saklamaya çalışırken yakalandığı polisten kaçarken, yanlışlıkla girdiği bir ülkü ocağı'nda tuvalete saklanmış mıdır sarkık bıyıklı yaşıtı tarafından? evi,tarihi ve ruhu yakılırken bir rum; istanbulun ve geçtiğimiz yüzyılın, eylülünse henüz ilk haftasının ortasında, kimlerden yardım istemiştir?

çok kürdüm ben bu gece trabzonda ve çok türküm diyarbakırda... çok liberalim kübada ve -hatırlayan olursa o kelimeyi- çok sosyalistim amerika'da. ben homoseksüelim bu gece ve zenciyim.çingeneneyim - ya da dilerseniz roman - alkoliğim ve hatta parya...
ben bu gece ermeniyim...ben bu gece "öteki" yim...

yalvarırım: "öteki"ne kulak verin...
bir geceliğine olsa da..

Pazar, Ocak 17, 2010

hap kadar öyküler: kibrit



hazinesinin en değerli parçaları; koltuklarının, televizyonunun ve içinde sadece kısas-ı enbiya ile gazetelerin verdiği ansiklopedilerin durduğu kütüphanenin üzerine örtülmüş dantelleri olan; büyükşehirde -ama arka mahallelerde - yaşayan pembe dizi meraklısı bir kadındı.hayatın nasırlaştırdığı; bir zamanlar iyi bir adam olduğunu hayal meyal anımsayan kocasına yıllar sonra sesini yükseltip, "bana hiç 'seni seviyorum' demedin..." diye çıkıştı bir gün, sanki adamın adı eduardo'ymuş gibi.sonra, sesinin desibelinin, mutlu olmasa da -hatta huzurlu olmasa da- görece sakin, akıp giden hayatına verebileceği zarardan ürkerek gözlerini yere indirdi.eğer, gözlerini yere indirmeseydi, adamın mahcubiyetle aynı şeyi yaptığını görecekti.
adam kapıdan çıkarken, portmantoya yüz lira bıraktı,genelde yaptığı gibi yirmi değil.kapıyı usulca çekip çıkarken bakışmadılar...
kadın, akşam yemeği için fasulye ıslatacaktı, mutfağa - hep gereğinden karanlık olan mutfağa- yöneldi.çayın altını yeniden ısıtmak için elini attığı kibrit kutusundaki kibritlerin çoğunun yakıldıktan sonra, yeniden kutuya konulduğunu farkederek öfkelenmeye yeltendi ama buna bile gücü olmadığını farketti.
adam o gün eve dönerken mandalina aldı; nesilleri alaturka bir kapitalizm tarafından kurutulmaya karar verilmiş çingene çiçekçilerden çiçek almayı bir an aklından geçirdi.
sonra, çiçek almadı.

Çarşamba, Ocak 13, 2010

yerin dörtyüzyetmiş metre altında



biz, sadece küçük burjuva dertleri olan; varoluşsal bıdıbıdılar yapan bir avuç kendini bilmez insandık. kalp ağrılarımız; yaratım süreçlerindeki küçük buhranlarımız; sosyal çevremizde bizi rahatsız eden hadiseler; büyük zannettiğimiz o küçük gerçekliğimiz; hepsi bir an o kadar boş ve anlamsız gözüktü ki bize: biraz da utandık sanırım dert ettiğimiz şeylere…
biz, madenden, yerin 470 metre altındaki kömür ocağından çıktıktan sonra biraz daha insan olduk…
oysa, orada bulunma nedenimiz yazacağımız bir senaryoyla ilgili bilgi toplamaktı sadece: kendimizle hesaplaşmak değil. ama, dünyanın en helal parasını kazanan o insanları, madencileri tanıdıkça; onların hikayelerini dinledikçe ve yerin yaklaşık beşyüz metre altında; baretlerimizdeki lambaların aydınlatamadığı kömür bulutlarıyla kaplanmış dar ve dik galerilerde onlarla yürüdükçe (ve bazen süründükçe ) büyük şehirde bıraktığımız dertlerimiz küçüldüler, küçüldüler, küçüldüler…
biz, madenden yüzümüz kömür tozuyla kaplanmış; gözlerimizde maden sürmesiyle çıktıktan sonra her gün çok derin bir potansiyel mezara girmenin ne olduğunu birazcık da olsa anladık.madencilerin çok “adam gibi adamlar” olduklarını öğrendik orada, bir de emeklerinin bilinen hiçbir para birimiyle ödenemeyeceğini…madencilere borçlu hissettik kendimizi..
onlara borcumuzu ancak bu senaryoyu elimizden geldiğince iyi yazarak, bu filmi elimizden geldiğince iyi çekerek ödeyebiliriz. umarım, bizi kömürle temizleyen bu insanlarla, biraz da olsa ödeşebiliriz…

İzleyiciler

Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
"verba volant, scripta manent..."