Pazar, Ocak 17, 2010

hap kadar öyküler: kibrit



hazinesinin en değerli parçaları; koltuklarının, televizyonunun ve içinde sadece kısas-ı enbiya ile gazetelerin verdiği ansiklopedilerin durduğu kütüphanenin üzerine örtülmüş dantelleri olan; büyükşehirde -ama arka mahallelerde - yaşayan pembe dizi meraklısı bir kadındı.hayatın nasırlaştırdığı; bir zamanlar iyi bir adam olduğunu hayal meyal anımsayan kocasına yıllar sonra sesini yükseltip, "bana hiç 'seni seviyorum' demedin..." diye çıkıştı bir gün, sanki adamın adı eduardo'ymuş gibi.sonra, sesinin desibelinin, mutlu olmasa da -hatta huzurlu olmasa da- görece sakin, akıp giden hayatına verebileceği zarardan ürkerek gözlerini yere indirdi.eğer, gözlerini yere indirmeseydi, adamın mahcubiyetle aynı şeyi yaptığını görecekti.
adam kapıdan çıkarken, portmantoya yüz lira bıraktı,genelde yaptığı gibi yirmi değil.kapıyı usulca çekip çıkarken bakışmadılar...
kadın, akşam yemeği için fasulye ıslatacaktı, mutfağa - hep gereğinden karanlık olan mutfağa- yöneldi.çayın altını yeniden ısıtmak için elini attığı kibrit kutusundaki kibritlerin çoğunun yakıldıktan sonra, yeniden kutuya konulduğunu farkederek öfkelenmeye yeltendi ama buna bile gücü olmadığını farketti.
adam o gün eve dönerken mandalina aldı; nesilleri alaturka bir kapitalizm tarafından kurutulmaya karar verilmiş çingene çiçekçilerden çiçek almayı bir an aklından geçirdi.
sonra, çiçek almadı.

1 yorum:

  1. Ya ben bu adamla bu kadını hiç görmedim ama çok tanıdıklar.

    YanıtlaSil

İzleyiciler

Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
"verba volant, scripta manent..."